Kendimize Garezimiz Var!
17.06.2009 Mutlu olmanın mutsuz olmaktan farkı, tercihlerimizde saklıdır. Mutlu
olmak da mutsuz olmak da tercihimizdir. Biz inatla ve bilerek mutsuzluğu
tercih ediyoruz.
Mutlu olmanın mutsuz olmaktan farkı, tercihlerimizde saklıdır. Mutlu olmak da mutsuz olmak da tercihimizdir. Biz inatla ve bilerek mutsuzluğu tercih ediyoruz.
Onlar sevinmek için, eğlenmek için, biz üzülmek için koşturuyoruz bu işin peşinden.
Bir Pazar sabahı aile uyanır. Beraber mükellef bir kahvaltının ardından keyif yaparlar. Günlük gazeteler okunur, aile fertleri keyif aldıkları konuya göre gazeteleri paylaşırlar. Kahvaltı sonrasındaki keyif kahvelerini veya çaylarını yudumlar, birbirlerine takılır, gülüşürler.
Ailecek hafta içi fırsat bulamadıkları alışverişi yapacaklardır. Hazırlanır evden ayrılırlar. Beraberce alışveriş merkezinde zaman geçirir, alışverişlerini tamamlar, hazır dışarıya çıkmışken, hafta içi yordukları evin hanımını da rahatsız etmemek için yemeyi dışarıda yerler. Akşama ise haftalık ya da 15 günlük eğlenceleri vardır. Maça gidecekler.
Bazen ailenin tüm fertleri, çoğunlukla da evin erkekleri topun peşine düşen adamları seyretmek için ayrılırlar.
Stadyuma gider, maçı izler, eğlenir dönerler. Güzel geçen bir günün ardından haftaya dinamik ve rahatlamış şekilde başlarlar. Pazartesi günü pazar akşamı oynanan karşılaşmanın şakaları, yorumları yapılır. Çalışma süreci başlar.
Eğer Türkiye’de bir aileyi ele alacak olursak, aslında pazar öğlene kadar durum hemen hemen aynıdır. Farklılık öğleden sonra başlar.
Evin hanımı maça gideceklere tembihler:
- Aman kimseye karışmayın, çok heyecanlanmayın. Stada girince haber verin, cepten muhakkak arayın. Çıkınca doğru eve gelin, bizi meraklandırmayın.
Ailece beraber geçirilebilecek bir haftasonu bölünür. Yok eğer ailecek maça gidilecekse, babanın yüklü bir geliri olmalıdır zira ailecek her tribüne giremezsiniz. Girmek istediğiniz tribün de eğer 4 kişi gidecekseniz, maaşınızın ciddi bir kısmını sizden alır götürür. Hoş bu ülkede Şeref Tribünü bile ailecek gidilebilecek bir yer değildir ya neyse.
Ailenin erkekleri maçtan 4-5 saat önce artık stada doğru yola çıkar, eğer maç rakibin de hatırı sayılır miktarda taraftarı olduğu bir takımlaysa, belki de stada gelene, hatta girene kadar forma, atkı gibi aksesuarlarınızın da saklanması gereklidir.
2 polis noktasından ve bilet kontrol noktasından geçtikten sonra yeşil saha ile göz göze gelirsiniz. Ailenin bayanları orada değillerse bile, baba – oğul maça gidenler bir başka rahatsızlıkla karşılaşır. O güne kadar sürekli doğru – düzgün konuşması öğütlenen çocuk, babasının da olduğu bir ortamda cinselliğin tavan yaptığı küfürlerle tanışır. Baba rahatsızdır.
Maç kazanılırsa bir derttir ama asıl sorun kaybedilince başlar. Bu sefer baba, çocuğunu kırılan koltuklardan korumak üzere kendini siper eder. Eğer kazanılmışsa, rakip tribünlerden atılanlardan.
Bu arada bir türlü birlikte tezahürat yapılamadığı için sanki çok bağırınca daha çok duyulabilecekmiş zannedilerek durmadan avaz avaz bağırdıklarından seslerinden de olurlar.
Tüm tribünler başkan ve yönetim kurulu üyelerinin işlerine, işlerindeki mali tablolara kadar her şeyi bilirler. Küfürler de buna göre şekillenir. Kişiye özel küfürler olur yani.
Sonuçta maçtan eve döndüklerinde, oynayan futbolculardan daha büyük bir performans sergilemiş olurlar. “Yattığı yeri beğenecek” tabiri böyle anlar için geçerlidir.
Alınmış olan olası bir mağlubiyet adeta onların gururunu kırmış, sahada deli dana gibi koşmadığını gördükleri futbolcu, sanki bir akrabalarını kurşunlamıştır. Gurur kırılışından oluşan nefret, gideceği bir yön aramaktadır kendine. Çoğunlukla aile fertleri hedefe girerler.
Bir taraftan da pazartesi günü madara olmak vardır. Hasta raporu, idari izin gibi kaçamaklara sığınmak bile olasıdır. Sonuçta ne olursa olsun o işe gidilecek ve türlü aşağılanmalara maruz kalınacaktır bu kaçınılmazdır.
Daha detaya gerek yok bu yeterli.
Bu iş, bir kişilik ve karakter erozyonunu da beraberinde getirir. Özü şudur:
Elalem mutlu olmak için, biz üzülmek için atıyoruz bu işin içine kendimizi. Tüm başarının kupayı kaldırmakla belirlendiği bir ortamda, kupa kaldıramayanların da mutlak yıkılmış olması gereklidir. 18 takımla oynanan ligde bizde sadece 1 mutlu, 17 mutsuz vardır. Bu mutsuzluk önce nefrete, daha sonra galeyana sürükler bizleri. Oyunun güzelliği, heyecanı, 34 hafta içinde yaşanılan güzellikler unutulur.
Akrabanı kurşunlayan bir adamla bir daha dost olamam zannetme. Bir son dakika golü atsın, en baba yiğit yine odur hayatında.
Futbolsever deyimi bomboştur. Bu ülkede futbolu seven pek yoktur. Mazoşist bir eğilimle asıl olan üzüntü ve acıyı yaşamaktır.
Mutlu olmanın mutsuz olmaktan farkı, tercihlerimizde saklıdır. Mutlu olmak da mutsuz olmak da tercihimizdir. Biz inatla ve bilerek mutsuzluğu tercih ediyoruz.
Futbolun endüstri olduğunu görüyoruz. Hatta bu işin ruhu kaçtı diye düşünenler de çok aramızda. İyi de futbolun endüstrileştiği yerlerde mutsuzluk değil, mutlu olma çabası hakim. Bu sadece bizim gibi gelişmeye dirençli ama “gelişmekte olan” sözü ile makyajlanmış ülkelerde mutsuzluk veriyor.
Bu seneyi mutlu geçirmek için ve mutlu tamamlamak için her türlü şart bizlerin elindeydi. Her maçın 60. dakikasında rakip takım taraftar ve futbolcularının meraklı bekleyişi, maç sonundaki kolbastı şovlarına tutulan alkışlar, deplasman ve kamplardaki yüzlerce taraftarın coşkusu, stadyumlarda tepilen horonlar, maçtan önce atılan “finduklar”, sezonun en güzel 7-8 golüne imza atan futbolcular, bir kere bile hakemlerden dem vurmayan hocalar bile sonunda mutlu etmeye yetmedi bizleri.
Oysa Trabzonspor esmese de gürlemiş, önümüzdeki seneye umudu müjdelemişti.
Bir adım ileriye, iki adım geriye atıverdik birden bire. Düzgün yapılanlar da tersyüz oldu.
Sonuçta kaçınılmaz hüzün yine bizi buldu.
Yaşasın dertler ve keder, yaşasın futbolun hüzünlü yüzü.
Tunga LİMAN
tliman@bordomavi.net
Etiketler: