01.12.2012 İlk gittiğim maçtı. Trabzonspor Güngören Stadı’nda İstanbulspor’la karşılaşıyordu. 2002 yılıydı ve 14. yaşıma sadece 3 gün kalmıştı.
İlk gittiğim maçtı. Trabzonspor Güngören Stadı’nda İstanbulspor’la karşılaşıyordu. 2002 yılıydı ve 14. yaşıma sadece 3 gün kalmıştı. Bir nevi erken doğum günü hediyesiydi babamın elimden tutup beni o maça götürmesi. Yaşadığım heyecanı unutamam. Stada yaklaştıkça artan 61’li, TS’li plakalar, camlardan sarkan bordo mavi bayraklar, kornalar, tezahüratlar… Karnaval olmuştu yollar. Stada vardığımızda içeriden yükselen tezahüratlar kalbimi yerinden çıkaracaktı sanki… İtiş kakış derken kendimi tribünde buldum. Sınıfının tek Trabzonsporlusu olmaya alışmış her gurbet çocuğu gibi ben de hayatımda ilk defa bu kadar Trabzonsporluyu bir arada görüyordum. Akıl alır gibi değildi İstanbul’da ne kadar çok Trabzonsporlu vardı meğer…
Maçın ikinci yarısında, skor 2-1’ken Mehmet Yılmaz, kalecinin müdahalesiyle kendini yerde buluyor, hakem Mustafa Çulcu penaltı noktasını gösteriyordu. Trabzonspor 11’indeki tek yabancı olan, o zamanların Marco Aurelio’su topun başına geçiyor ancak çok kötü bir vuruşla topu üstten auta gönderiyordu. Ben heyecana dayanamamış, gözlerimi kapatmıştım. Önce bir “Ahh” homurtusu, arkasından kendini toparlayan tribünlerin “Marco” tezahüratlarıyla kendime gelmiştim. Tribünlerdeki binlerce taraftar, oyuncusuna moral vermeye çalışıyordu…
Trabzonspor, Aykut Kocaman’ın çalıştırdığı İstanbulspor’u 2-1 mağlup etti o gün. Maçın bitiminde penaltı kaçıran Marco Aurelio gözyaşlarını tutamamış, tribünlerse ondan desteğini esirgememişti. Güngören, Marco diye inliyordu…
Takip eden yıllarda İstanbul’da oynanan maçların çok azını kaçırdım. Buradaki taraftar profilini yakından tanıma şansım oldu anlayacağınız. Özellikle Olimpiyat Stadı’ndaki maçların öncesini – sonrasını anlatmaya ciltler yetmez. İstanbul’da ve yine Trabzon dışındaki kentlerde yaşayan Trabzonsporlular, hasretlerinden midir bilinmez ama sahadaki takımına, oyuncusuna daha özenli yaklaşıyor. Maalesef Trabzon tribünlerinde artık bir gelenek haline gelen linç, gurbetçilerin pek rağbet ettiği bir yöntem değil. Olmamalı da…
Sene başından beri Halil Altıntop, Trabzonspor tribünlerince linç ediliyor örneğin. Maç devam ederken, bir taraftarın ne kadar kötü oynarsa oynasın kendi oyuncusunu yuhalaması, ıslıklaması hangi mantıkla açıklanabilir? Trabzon insanının mizacı serttir. Öyle her şeyi beğenmez. Kolay kolay memnun olmaz. Tez canlıdır. Asabidir. Eyvallah. Ama bunların hiçbiri bahane değil…
Eskişehirspor maçında oyuncuların, hocanın savunulacak bir tarafı olmayabilir. Ancak taraftarın tavrı için bir tolerans kucağı da değil bunlar. Maçın başında “Satılmış Eskişehir” diyen taraftar, maçın ortasına gelindi mi hala şike zihniyetinden temizlenememiş aynı takımı alkışlamaya, kendi oyuncusunu yuhalamaya başlıyor. Maç sonu ise çift taraflı küfür kıyamet… Tutarlılık yok, aklıselim yok. Zamanında yumurta atılan başkana yine saldırı var, yine ağız dolusu küfürler, yine korkunç bir şuursuzluk. Bakın aylar önce Bordomavi.net’in ana sayfasındaki bir görselde aynen şu yazıyordu: “Başkanımız hatasız değil ama: Şikeci değil! Namussuz değil! Hırsız değil!”
Küfürle, hakaretle, dayakla kimi ıslah etmişsin ki takımını da bu yöntemlerle doğru yola sokacaksın? Bu şekilde oyuncundan verim alabilir misin? Taraftar ne olursa olsun pragmatik davranmak zorundadır…
Velhasıl-ı kelam… Trabzonlu, Trabzonspor’un kıymetini bilmelidir. Ve eğer bu stat, rakipler için değil de Trabzonspor için cehenneme dönüyorsa, oturup etraflıca düşünmelidir. Unutmayalım ki, bu takımın taraftarından başka sahibi yok.