İkinci istifa edip geri dönüşü bu. Konyaspor’un
başındaykenki ilk istifası sisteme isyandı. O zamanlar sisteme muhalifti çünkü.
Bugün ise sistemin değirmenine su taşıyan kişiye dönüştü.
Aslında o, sistemin adamı değildi. Sistemi eleştiren,
büyüklerin haklı, küçüklerin haksız olduğu bozuk düzene tepki koyan bir adamdı.
Bakmayın bugünlerde sistemin değirmenine su taşıdığına. Akıllarda, gönüllerde
edindiği yeri değiştiremeyecek bugünkü tavrı. Bizler onu dünle anacağız. Dün
durduğu yer, bugün durduğu yerden kıymetliydi çünkü. Dünkü saygısı ve tavrıydı
onu kıymetlendiren. Saygımız da ondandı. Bir Rıdvan, bir Tanju gibi değildi
onun gönüllerdeki yer ediş biçimi. Attığı goller hiç değildi. Hakkaniyetli
tavrıydı onu farklı kılan. Oysa 200 gol atmıştı. 1995-96’da kazanılan
şampiyonluk sonrası daha teri kurumadan rakip takım oyuncularını düşünmesi,
onlara üzülmesi kalplerdeki yerini sağlamlaştırmıştı. Bu yüzden ‘kocaman’ bir
adamdı.
5 Nisan 1965’te Sakarya Geyve’de dünyaya gelir Aykut
Kocaman. Aslen Artvin Borçkalıdır ataları. Babası öğretmendir. Annesi ise ev
hanımı. Daha sonra o da İstanbul’da Eczacıbaşı bünyesinde bir işe girer. Aile
annesinin işi dolayısıyla Gültepe semtine taşınır. Aykut’un ilk yaptığı spor
dallarından biri jimnastiktir. Her çocuk gibi futbola ilgisi, Altınmızrak Spor
Kulübü’nde fark edilmesi, ardından kalabalık bir çocuk grubuyla kendisini
Düzce’de geleceğin yıldızlarının seçildiği bir kampta bulması ve bu serüvenin,
doğduğu şehrin takımı Sakaryaspor altyapısında sona ermesi kısa bir zaman
içinde olur. Kendi deyimiyle ‘piyangodan futbolcu’ olmuştur.
Sakaryaspor A takımına çıktığında yıl 1984’tür. Ancak A
takım formasını ilk 24 Mart 1985’te iç sahadaki Malatyaspor maçında giyer.
Oyuna son 15 dakikada giren genç Aykut, tam 3,5 yıl bu formayı sırtından
çıkarmaz. Takımın 1986-87’deki 2. Lig şampiyonluğuna 14 golle katkı yapar.
1987-88’de Oğuz, Turan, Serdar, Engin gibi oyuncuların yer aldığı takım Türkiye
Kupası’nı kazanır, Aykut da bu başarıda büyük rol oynar. Kupada F.Bahçe’yi
İstanbul’da 5-1 yendikleri maç hiç unutulmaz. Eğer o takım dağılmasaydı, hatta
sonraki yıllarda F.Bahçe’nin altyapısı hâline dönmeseydi, belki de
Trabzonspor’dan sonra Anadolu’dan çıkacak ikinci şampiyon olacaktı Sakaryaspor.
O yılların efsane hocası Ekrem Karaberber’in deyimiyle ‘golü adeta koklayan bir
oyuncu’dur Aykut Kocaman. 62 maçta 23 gol atar.
Sigma maçındaki güzel
isyan
1988-89’da takım arkadaşları Oğuz, Turan ve Serdar ile
F.Bahçe’ye transfer olur. Sarı-Lacivertli formayı giydiğinde 24 yaşındadır. İlk
maçı Rize’dedir. Yedektir. İlk yarı 0-0 bitmiştir. Teknik direktör Veselinoviç,
ikinci yarıda oyuna alır. Aykut da kendisine verilen formayı maç sonunda 4 gol
atmış bir oyuncu olarak çıkarır. F.Bahçe o sezon tarihî bir rekora imza atacak,
103 golle şampiyon olacaktır. Aykut ise 29 golle gol kralı unvanı alacaktır.
Aykut, Oğuz, Rıdvan, Schumacher, Hakan Tecimer, Turan Sofuoğlu, hatta lig
başladıktan sonra Rizespor’dan alınan Hasan Vezir’li o kadro efsaneleşecektir.
Ama Aykut her şeye rağmen bir Rıdvan, bir Oğuz, bir Schumacher kadar ön plana
çıkmayacaktır. Tribünlerin sevgilisi Rıdvan’dır, İmparator Oğuz’dur. F.Bahçe
taraftarının gözünde Aykut ‘kral’dır. Ama bu krallık attığı gollerden
dolayıdır. Attığı gollerden sonra tutkuyla da sevinmemiştir. Biraz soğuktur
yapı itibarıyla. Bu soğuk duruş sonraki yıllarda da değişmeyecektir. Ama onu
farklı kılan, saygınlığı ve dik duruşudur. Profesyonel yaşantısı ve hiçbir saha
dışı olaya meydan vermemesidir. Hemen aklımıza gelen bir enstantaneyi
paylaşalım. F.Bahçe’nin 7-1 yenildiği Sigma Olomouc maçındaki o unutulmaz
kareyi. Hakem maç boyunca Sigma lehine yanlı bir tutum sergiler. Buna her
F.Bahçeli gibi Aykut da isyan eder. Ama onun tepkisi çok şıktır. Yenilen bir
gol sonrası başlama vuruşunu yapan Aykut, topu hakemin önüne doğru iteler.
Hepsi o kadar. Ne güzel bir isyandır bu adaletsizliğe.
8 sezon terletir Sarı-Lacivertli formayı. 7 kupa kazanır. 3
kez gol kralı olur. 211 maçta attığı 140 golle F.Bahçe forması altında en çok
gol atan oyuncudur aynı zamanda. F.Bahçe’de yaşayacağı 2. ve son
şampiyonluğunun da hikâyesi dramatiktir. Meşhur 1995-96 sezonu. Trabzonspor’un
ligin tozunu attığı o sezon sessiz, gösterişsiz ama inatla geriden gelen bir
rakibi vardır: F.Bahçe. Ve bu iki rakip 5 Mayıs 1996’da Avni Aker’de
buluşacaktır. Brezilyalı Parreira yönetimindeki F.Bahçe’nin mutlaka kazanması
gereken maçta Trabzonspor devreyi 1-0 önde kapatacak ancak ikinci yarıda roller
değişecek, Oğuz ve Aykut’un golleriyle F.Bahçe sahadan 2-1 galip ayrılarak şampiyonluğu
neredeyse ilan edecektir. Buraya kadar her şey normaldir. Ancak işin iki boyutu
vardır. Birincisi, Aykut ve Oğuz’a ‘Sakaryalılar Çetesi’ denmeye başlamıştır.
İkilinin maçtan önce kulüpten gönderilecekleri kesindir. Oğuz ve Aykut bunu
bildikleri hâlde Trabzon’a gelirler. Çünkü onlar başkanın değil, F.Bahçe’nin
futbolcularıdır. Gönderileceklerini bilen iki oyuncunun sahadaki onurlu
mücadelesine şahit olur futbolseverler. Sonra Oğuz’un deyişiyle Allah’ın onlara
galibiyet gollerini atmayı nasip etmesi, dönemin başkanı Ali Şen’e bir tokattır
adeta. Ancak Şen kararından dönmeyecek, şampiyonluk kutlamalarından saatler
sonra bu ikiliyi kulüpten uzaklaştıracaktır. F.Bahçe’de futbolculuğu döneminde
adeta bir ‘kuzu’ olan Aykut, gönderildikten sonra şunları söyleyecektir:
“Kurtlar kuzuyu sevmez ve kurdun kuzuyu yemesi için bir neden gerekmez. Bir
sebep bulur. Niyeti yemekse mutlaka bulur.”
O açıklama planlı
mıydı?
Maçı tarihî kılan bir başka önemli nokta da 90 dakika
sonunda Aykut’un mikrofonlara yaptığı tarihî konuşmadır: “Türkiye’de başarının
ölçüsü birinci olmak. Bu yanlış. Şu anda yenildikleri için Trabzonlu oyuncular
aşağılanacak. Ama biliyoruz ki onların yerinde biz de olabilirdik. Kazandığımız
için sevinçliyim. Ama onlar adına üzülüyorum.” O gün çok büyük saygı kazanır
Aykut. O saygı yıllar geçtikçe çığ gibi büyür. Kazanırken kaybedeni düşünen var
mı bugün etrafınızda? Buna bugünkü Aykut Kocaman da dâhil.
Aykut, “Birden ağzımdan döküldü her şey. Önceden
planlamamıştım.” diyordu. Ama sonraki yıllarda bu konuşmayı birlikte
planladıklarını öğrendik Oğuz Çetin’in Aksiyon’a verdiği röportajda. Ama ne
olursa olsun çok önemliydi o şartlarda o açıklamalar.
Sezon bittikten sonra Oğuz ve Aykut’un yeni takımları, iş
adamı Cem Uzan’ın büyük paralarla kurduğu İstanbulspor’dur. İkisi de diğer
İstanbul takımlarına gidebilirdi ama F.Bahçe sevgileri onların profesyonel
düşünmesine mani oldu. İstanbulspor’un Kadıköy’deki ilk maçında F.Bahçe
taraftarlarının müthiş bir sevgisi vardır Oğuz ve Aykut’a. Duygusal anlar
yaşanır bu tarihî buluşmada. Sevginin yanında büyük bir saygı görür Oğuz ve
Aykut. Aynı taraftarların birkaç dakika sonra “Ali Şen başkan, F.Bahçe
şampiyon!” tezahüratları da tarihe not düşülmesi gereken bir durumdur. Oğuz ve
Aykut’u seviyorlardı ama mevcut sistemde F.Bahçe’yi şampiyon yapacak ismin Ali
Şen olduğunu da biliyorlardı.
İstanbulspor’un formasını 4 yıl terletir. Sakarya, F.Bahçe
ve İstanbulspor formalarıyla toplam 200 gol atar. Buradaki son senesinde ligin
sonuna doğru oyuncu menajer olarak takımın başına geçer. Uzanlar
beklentilerinin karşılığını alamadıkları için takıma olan desteklerini
çekmiştir. Beraber aynı kaderi paylaştığı Oğuz Çetin ise çoktan Uzanların diğer
takımı Adana’nın yolunu tutmuştur. Yokluklar içinde kalan Aykut Kocaman’ın
sisteme inat duruşu burada da devam eder. Seyircisiz, parasız pulsuz bir
ortamda dahi dik duruşunu devam ettirir. Elazığspor’u yendikleri bir maçın son
dakikalarında o zamandan talebesi Selçuk Şahin’in elle attığı gol sonrası
“Rakibimizi elle atılan bir golle yenmek istemezdik, çok üzgünüm. Bunu
galibiyet saymıyorum.” deme cesareti gösterir.
O İstanbulspor’da iken, futbolcu Petkov’un bonservisi adı
altında F.Bahçe’den 600 bin liralık bir paranın kulübe verildiği ama aslında bu
paranın teşvik olduğu iddiaları gündeme gelmiş ama bu ispatlanamamıştır.
Kocaman’ın o yokluk içinde buna müsaade edip etmediği de hep merak edilmiştir.
Adına kitaplar yazılır Kocaman’ın. ‘Futbol çölünde bir vaha’
olduğu söylenir. Oğuz Çetin’in kısa süren serüveninden sonra adı F.Bahçe ile
anılır. Ama o çok net bir şekilde “F.Bahçe’yi çalıştırmayı düşünmüyorum.” der.
İstanbulspor tecrübesi ona çok şey öğretecektir. O yıllara ait şu sözlerini
hatırlayalım: “Bu ülkede her şey üç takım üzerinden dönüyor. Futbolcuyken de
anlıyordum bunu. Şimdi çok daha iyi biliyorum.”
4 yıl kaldığı İstanbulspor’dan ayrıldıktan sonra bir sezon
da Malatyaspor için emek verir. Ardından 2005-06’da Konyaspor’dadır. Burada da
başından, yine sistemin içinde yer alan ama onun karşı olduğu önemli bir olay
geçer. İçerideki bir F.Bahçe maçında Anelka’nın ‘elle’ attığı gol maçı
kaybetmelerinin sebebidir. Kocaman maçtan sonra sesini duyurmak ve bu durumu
protesto etmek için futbol yaşantısını sona erdirme kararı alır. Ona göre bu
tür hakem kararlarının olduğu ülkede futbol adamı olmanın hiçbir anlamı yoktur.
Ancak Konyaspor yöneticileri onu zar zor ikna eder. Tekrar takımın başına
döner. Aslında onun hayali Mourinho’nun Porto’da yaptığı gibi bir takımı
sıfırdan alıp zirveye çıkartmaktır. O yıllarda Barcelona’ya hayrandır. Çok pas
yapan, direkt kaleye giden Katalan ekibine kim hayran değil ki? Konya’ya bu
hedeflerle gelmiştir ama bariz hakem hataları onun dengesini bozar. Sezon sonu
takımdan ayrılır. 2006-2009 yılları arasında Ankaraspor’u çalıştırır. Burada
üst üste galibiyet ve mağlubiyetler yaşadığı haftalar olur. Teknik
direktörlükte sanki dikiş tutturamıyor, durumu idare ediyordur.
2009-10’da F.Bahçe ona sportif direktörlük görevini teklif eder.
Teknik Direktör Christoph Daum’un üstündedir. Transferlerden sorumludur. Daum
sadece saha içiyle ilgilenecektir. Ancak Alman hocayla bir türlü kimyası
uyuşmaz. Daum her an koltuğunu ona kaptıracağı şüphesini taşır. Tam da bu
noktada Aykut Kocaman önemli bir açıklama yapar: “F.Bahçe’yi çalıştırmayı
düşünmüyorum.”
Ancak son maçta şampiyonluğu kaçıran Daum’un işine son
verilir. Futbol ve teknik direktörlük hayatı boyunca bu anlayışı eleştiren
Kocaman, Daum’un koltuğuna oturur. 2010-11 sezonu ise Aykut Kocaman’ın
benzersiz bir değişim yaşayacağı sezonun başlangıcıdır. F.Bahçe ilk yarıyı
lider Trabzonspor’un 9 puan gerisinde tamamlar. Takımın Türkiye Kupası’nda Yeni
Malatyaspor’a elenmesi onu daha ilk yılında istifanın eşiğine getirir. Başkan
Aziz Yıldırım ve oyuncuların arkasında durmasıyla hoca bu kararından vazgeçer.
Ve 9 puan öndeki rakipleri Trabzon’un ilk yarının sonlarına doğru oynanan 3
maçta kazandığı 3 penaltının irdelenmesi gerektiğini söyler. 1996’da empati
yaparak gönüllerini kazandığı Trabzonluların kalplerinde edindiği yeri bir
çırpıda siler. Ortada bir emek söz konusudur ve yıllar yılı emekten yana olan
bir spor adamının ağzından bu sözlerin dökülmesine herkes şaşırır. Sezonun son
haftasına kadar Trabzonspor’la amansız bir yarış sürer. İkinci yarı Kocaman’ın
işareti tesirini gösterir. Trabzon artık penaltı kazanamıyordur. Bu yarıda
F.Bahçe’nin oynadığı 17 maçta kazandığı 16 galibiyet ve sezon sonunda topladığı
82 puan, Aykut Kocaman’a, aynı puanı toplayan, lakin gol averajıyla geride
kalan Trabzonspor’un önünde şampiyonluk sevinci yaşatır.
Ancak sezon burada bitmemiştir. 3 Temmuz 2011’de futbol
camiasını derinden sarsan şike operasyonu patlak verir. Aziz Yıldırım başta
olmak üzere F.Bahçeli çok sayıda yönetici gözaltına alınır. 6 Temmuz’da Kocaman,
takımın kamp yaptığı Düzce’de, yine eski günlerdeki gibi bir duruş sergiler,
takımın küme düşürülmesi durumunda kendisinin ne yapacağı sorulunca, “Hukuki
sürecin sonunda gerçekten F.Bahçe’yi yönetenlerin bu tip şeylerde olduğu
görülürse karar verilir. Öbür tarafına doğru yürüdüğü zaman iş, mesleki anlamda
da, ahlaki anlamda da birtakım şeyleri düşünmek zorundayım.” der. Hatta daha da
ileri giderek “Hatası olanlar varsa, F.Bahçe etrafında işgüzarlık yapanlar
varsa cezalarını çekmelidir.” der. Ama bu sözlerinin arkasında duramaz,
sonrasında “1959’dan beri lig araştırılsın.” diyerek sistemin değirmenine su
taşımaya başlar. Yıllarca sisteme muhalif olan Kocaman, artık sistemin
duvarlarına kerpiç taşıyordur.
Sistemin aktörleri, mahkemelerin kararlarına rağmen, sistemi
ayakta tutmak için olmadık işlere imza atar. Kocaman da bu aktörlerin arasında
yer alır. Artık empati kurmaktan uzaktır. Bırakın mahkemeleri, sistemin
kurumları Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu’nun, Tahkim Kurulu’nun bile şike
ve teşvike rastladığı bir ortamda Kocaman dimdik ayaktadır! Sanki kimse ceza
almamış gibi şöyle diyecektir: “Bu işin sportif ayağı bitmiştir.” Onun gözleri
önünde cereyan eder sistemin akıl almaz numaraları. Temiz futbol dileyenlerin
kendi saflarında görmek istediği Kocaman, karşı cephededir maalesef. Bu yüzden
Şenol Güneş ile polemikler yaşar. Trabzon’un G.Saray’a evinde yenilmesine
farklı imalarda bulunması da bu yüzdendir. Oysa onun takımı da Avni Aker’de
Trabzon’u yenmiştir. Hakemler de nasibini alır onun yaftalamalarından: “Güç
dengeleri değişti, hakemler de bunu iyi anladı.” der bir demecinde. Peki, bu
güç dengeleri bir sezon önce, hatta önceki sezonlarda kimden yanaydı? Fatih
Terim’e laf atmaya kadar vardırır kendisinden beklenmeyecek davranışları.
Üzülür, onu karşılıksız seven taraflı tarafsız sessiz çoğunluk.
Arada Alex’i uğurlar ülkesine yakışıksız bir şekilde. Kurt
olur! 96’da kendisine reva görülenleri o Alex’e reva görür. Şaşırtır her
hareketiyle. Empatiyle var olmuş bir teknik direktörün bu hâle gelmesi... Fırat
Aydınus’a tepkisi bile hafif kalır son demde. Sisteme muhalefetten sistemin
bayraktarlığına doğru yelken açan bir Aykut Kocaman vardır artık. Belki de ruhu
kaldıramaz bu durumu. Belki de onun için 22 Aralık’ta 3-1 yenildikleri
Karabükspor maçı sonrası bırakır görevini. Daha önce Yeni Malatya, Antalya ve
Kasımpaşa yenilgilerinden sonra da bırakmak istemiş ama kabul görmemiştir. Bu
sefer kararlıdır. Lakin sisteme bir kez kaptırmıştır benliğini. Kurtulması
zordur bu düzenin elinden. Çok geçmez, yine geri döner. Ama bir gün gelecek o
da üzülecek bunca olup bitene. Şenol Güneş’i, Fatih Terim’i, Fırat Aydınus’u,
Alex’i ve kendisini seven sessiz çoğunluğu geçirecek gözlerinin önünden.
‘Değmezmiş’ diyecek bunca kişiyi kırmaya. Kariyeri boyunca karşı olduğu şeylerin
yanında yer almanın hüznünü yaşayacak. Çünkü o, bu inceliğe sahip. O bizim
sisteme inat ‘Kocaman’ gururumuzdu. Öyle de kalmalıydı.