Yıkamazsınız!
18.04.2011 Ürkeklerdi. Eski havaları yoktu. Bir yerden talimat almışlardı belli. Bu
talimata uygun davranıyorlar ama bir yandan da bu talimata gerek olması
onları ürkütüyordu.
Ürkeklerdi. Eski havaları yoktu. Bir yerden talimat almışlardı belli. Bu talimata uygun davranıyorlar ama bir yandan da bu talimata gerek olması onları ürkütüyordu.
Nedir bu kadar ürktükleri? Hani en büyük hissediyorlardı kendilerini! Olmuyordu. Onlar, bunlar, şunlar birlik olmuş gidiyorlardı hedeflerine ama karşılarındaki o kadar kolay yıkılmıyordu. Yıkamıyorlardı bir türlü.
Rakipleri erken basmıştı yokuş aşağı giden arabada frene ve birden nasıl olduğunu anlayamadan yeniden yönünü çevirmişti zirveye. Hatta geriye doğru hem de baş aşağı giderken birden geçivermişti onları yine.
Yıkamamışlardı tedirginlikleri de bundandı.
Oysa bir taş ile iş bitirmeyi marifet diye anlatmışlardı yıllarca. Şimdi bırakın taşı, koca bir tepeyi üzerine yıkmaya çalıştılar rakiplerinin, olmadı.
Yıkamamışlardı.
Topu ayağına alan rakibin veya kendinin pozisyonunu kolaçan etmeden önce hakemi kolaçan ediyordu. Daha düşme fiili başlamadan adeta havada hakeme itiraz ediyorlardı. Sürekli talepkarlardı. Talep ederken ise yalvarır haldelerdi. “Hadi be hoca, ver artık şunu”.
Hakem vermiyordu ama sanki “vereceğim de sizdeki aktörlük iyi değil be güzelim” havasındaydı.
Rakipleri yıkılmıyordu, yıkamamışlardı ama kendileri patır patır yıkılıyordu. Diz üstü duramıyorlardı. Başta kandırma amaçlı diz üstü oturuşlar yerini yalvarmak için oturmaya dönüşmüştü.
“Yalvarırım hocam! Ver artık penaltıyı”.
Oysa hakem o sırada zaten görevinin başındaydı. Lugano’nun 4 kırmızı kartını görmezden gelmiş, Niang’ın bodoslama dalışını bulanık gözlerle izlemiş ve geçiştirmişti. Hakem görevini yapıyordu zaten.
Semih denen futbolcu müsvettesi formasına yapıştığı rakibini yere indiriyor ardından dönüyor hakeme “bu nasıldı” diyordu. Hakem “daha çalışman lazım” işareti ile maçı uzattı da uzattı.
Gerek tribünlerde, gerek saha içinde, gerek saha kenarında muazzam bir gerilim vardı. Her yerde, her önüne gelene vuruyor, tükürüyor, hakaret ediyor ve bırakın Trabzonspor’u, Gaziantepspor’u bile yıkamıyorlardı.
E, nasıl olacak da yıkacaklardı Trabzonspor’u?
Penaltı onlar için felakette sığınılacak ilk limandı. Önce Trabzonspor’un önünü kestiler penaltılar marifetiyle, ardından kendilerine peşkeş çekilen penaltılarla tutundular, onca hafta..
İşte şimdi onlara penaltı lazımdı çünkü sözüm ona tek kale oynadıkları maçta, tek gol pozisyonları yoktu. Penaltı kıyağının etekleri altına girmiş saklanıyor gibiydiler.
Ne kadar büyük olduklarını siz varın düşünün. Futbolun bir basit oyun kuralının altına sığacak kadar küçülmüşlerdi.
Ardından gol geldi. Maç sonunda kaleciye sorulsa ne cevap verebileceğini tahmin edebiliyorum:
- Nasıl oldu da son dakikada o golü yedin?
- Vallaha, eğer golü yemesem Gaziantep’e geri dönemeyeceğiz, hakem maçı bitirmeyecek diye yedim, kurtulduk.
Küçülmüşlerdi. Hele gelen o golden sonra artık büyüklük yerlerde sürünür hale gelmiş, Gaziantep yedek kulübesine gönderilen tükürüklerin içindeki bakteri kadar olmuştu.
Aykut Kocaman, koşarak yanına geldi ve 96’da çaldıklarının mal sahibinin çenesini okşamaya başladı. Tolunay’ın omzuna anca yetişiyordu boyu, herhalde ondan. Ancak çenesini okşayabildi.
Aziz Yıldırım ve Özaydınlı saha içine girdi. Zaten artık kendisini son zamanlarda şeref tribününde bulamıyorsunuz pek. Şeref tribününden yürütülemeyen işler için daha önce defalarca söylediği gibi, saha dışına çıkıyor, saha içine giriyordu.
Maçta hakeme getireceğim eleştirilerin arasına asla sokmayacağım olaya gelelim son olarak. Tüm futbol kamuoyu Wagner'in üzerindeki Lugano’yu izledi şaşkınlıkla. Ardından şaşkın izleyişin adresi değişti ve hakemi izledik şaşkınlıkla. Hani "pozisyonu görmedim" dese neyse. Neyse de, gördü ve kart verdi. Ama kartta bir gariplik vardı. Rengi sararmıştı. İşte ben o pozisyona kızmıyorum bir tek.
Trabzonspor maç sonları kolbastı oynamayı bıraktı ya, ona göndermeydi o aslında. Aslında yanlışı vardı, bilmiyordu bazı şeyleri. Öğretelim o zaman.
Bak Lugano, yavrum! Biz kolbastıyı, kendimiz rakibi yere serince yapıyoruz. Rakibin ayağı takılıp yere yuvarlanınca değil. Hem kolbastıyı rakibimizin yanında yapıyoruz, üzerinde değil.
Bilmiyorsun, öğrenirsin. Hele son maçı bekle. Sizin bir anonsçu çıkar, “Trabzon yenildi” diye hömkürür, siz de geçen sene timsah yürüyüşünüzü bıraktığınız yerden 5 dakikalık bir kolbastı oynarsınız.
Ama bilin ki: YIKAMAZSINIZ!
Tunga LİMAN
tliman@bordomavi.net
Etiketler: