13.09.2014 Televizyonların siyah beyaz olduğu dönemlerde hani şu kanalları yandan çevirmeli televizyonların olduğu zamanlar, kuruvaze yakalı iri gözlüklü tok sesli adamların çıkıp haberler sunduğu zamanlardı.
Tuğrul Şan “Gemiciler Kalkalum” Bilge Şan’ın “ Aslin var mi du” dediği zamanlar, o zamanlarda nadiren horon ekipleri çıkardı. Televizyonda horonu görmeye görelim hemen şu replik babam yada dedem tarafından sahneye konulduğu "yol ver , yol ver" dediği zamanlardı.   Soba dumanın kokusunun sokaklara indiği sabahlardı, alimunyum üstü açık ortasından tutacağı olan büyük çaydanlıkların sofraların baş aktörü olduğu, suyunu koymak için elinize doğru gelen yakıcı buharı ber taraf etmek için kuvvetli bir nefese ihtiyacınızın olduğu zamanlardı. Yokluk zamanlarında herşeyin kıymetinin bilindiği, tasarrufların yapıldığı fakat bu tasarrufların çocuklara hissettirilmemesinde zorlukların yaşandığı yıllardı.   Trabzonspor adlı olağanüstü lüksümüz bize o zamanlarda bir çok şeyi unuturmuştu. Mevcut olan özgüvene bir aşı da gözümüzün gönlümüzün ışığı tarafından yapılınca her türlü bilinmiş ve kanıksanmışlığı bertaraf eden sağa sola savuran bir " Fırtına " girmişti hayatımıza. Trabzondan kopup gelen bu duygu sağnağı yürekleri titreten Karadeniz Fırtınası adı düşünüldüğünde ne kadar da isabetli ve yerindedir.   Akan kanımız boşa gitmesin diye kan kardeş olduğumuz,  kalem ile tebeşir ile yazılanlara inat küçük parmaklarımızla kanımızla duvarlara  Ts, Ts, TS, TS… yazdığımız zamanlardı.   İçinde meydan okuma, gurur ve farklı olmak karışımın sihirli iksirinin etkilenmiş olduğu hayatlar geri kalan ömürlerinde de Karadeniz’den esen “Fırtına”dan nasibini aldığı, almaya da devam edeceği zamanlardı...   Formanın zor bulunduğu, halime dayanamayacak olduğunu bildiğim bir meleğin bana nerdeyse bir gecede, bulabildiği en hafif yünlü iplikten kısa kollu bordo mavi çubuklu kazak ördüğü ilk formamım bu kazak olduğu bütün iki yazı bu forma ile geçirdiğim zamanlardı.   Güzeldi, bambaşkaydı…   Trabzon Hüseyin Avni Aker’e Trabzondan bin kilometre uzaktan bakıp ekranın titrediği maçları hatırlıyorum, binbir türlü olumsuzluklara rağmen yine olur mu ? diyorum, yalanda olsa inanmak istiyorum. Kötü gittiğimiz anlarda hızır gibi yetişen anlamlı galibiyetlerimiz olurdu bizim, kötü gitmeyelim ama yine anlamlı galibiyetlerimiz "işte bu !" dedirtten galibiyetlerimiz olsun istiyoruz. Eskisi gibi tavır duruş sahibi olalım istiyorum, mafya değil de mahallenin iyi yürekli çekinilen bir o kadar da saygı duyulan kabadayısı, abisi olalım istiyoruz.   Hayatımızın belki en çaresiz anlarından biridir mağlup durumda olduğumuz anlar. Rüyalarımızda sahaya girip oyunun kaderi değiştirdiğimiz anları unutmak, rüyalarımızı gerçekleştirecek " oyunlar","oyuncular" İstiyoruz.   Trabzon bizim kalemiz olsun sahamızda hiç yenilmeyelim istiyoruz. Geçmişte "karma yapın öyle çıkın karşımıza" dediklerimizi kalelerinde yıkmak istiyoruz.   Kifayetsizlerin gelecek üzerine alçakca oyunlar oynadığı, bin türlü ispatın bin yerden onayın olduğu haksızlık ve şerefsizliğin kuşattığı, adalet anlayışının kanı bozuklarda tutmadığı, yalan söylemek zorunda kaldıkları için bizden nefret edildiği zamanlardayız.   Ağlamak ile gülmenin kardeş olduğu söylenir. Öyle bir hale geldik ki ağlamak ile ağlamanın aynı ana babadan olduğu fakat kardeş olmadığı zamanlardayız.   Trabzonspor başarısız olursa ağlayacağız.   Trabzonspor başarılı olursa da ağlayacağız.   Kupalar kazanacağız, şampiyon olacağız. Kıymet bilenlerin hıçkırıkları dağları denizleri aşacak, olağanüstü bağlılığımızın, tarifsiz sevgimizin yetim kalmadığı günler göreceğiz. Hakettik diyeceğiz, çok bekledik diyeceğiz, ağlayacağız, ağlayacağız...   Yaşlısı genci ile böyle bir iklimin sarıp sarmaladığı yürekler yine yeni bir sezonu bekliyor,   İşte Trabzonsporumuz bir kez daha sahaya iniyor...